31 Ağustos 2010 Salı

MÜHENDİSLER TÜRKAN ALBAYRAK'I ZİYARET ETTİ

ALEVİ ÖRGÜTLERİNDEN TÜRKAN ALBAYRAK'A DESTEK

50-51 gün direniş sürüyor

  DİRENİŞİN 51. GÜNÜ


       Pazar günü, sabahları benim ve ailemin birlikte kahvaltı yaptığımız gün. Biraya Pazar sabahları gelirdik, artık o da yok. Düzce’den annem arıyor; kızım seni çok özledim, diyor. Anne gel, diyorum. Nasıl geleyim kızım, diyor. Yalnız gelemem, otobüsle gelemem, param yok, param olsun hemen geleceğim, diyor.

       Gün boyu tek tek ziyaretçiler geldi. Ziyaretçiler, incir, bal, peynir, tavuk, çay, şeker getirdiler. Gelen misafirlerin neler getirdiğini yazmak ayıp olur mu bilmiyorum. Yazmak istiyorum. Burda yapılacak çok şey yok. Kitap – gazete okursun ve yemek yersin. Başka yapacak bir şey yok.

       Oğlum da geldi. Buradaki gençlerle denize gitti. Gelirken motorda, poşetini unutmuş. Havlusu, şortu, terliği olan poşeti gidip aldılar. Benim oğlan, kendini unutacak birgün korkarım. Bu çocuk artık, Yeniköy – Beykoz arası, motorla akşama kadar gider gelir. Adamın biri, arabasını unutmuş vapurda, benim oğlumun yaptığı devede kulak.

       Akşam oldu artık. Hava bozuk. Yağmur yağabilir. Yağmur yağması korkutuyor beni. Islanınca eve gidip kurulanamıyorsun. Yağmurun altında tüm ihtiyaçlarını gideriyorsun. Tuvalete giderken, şemsiyeyle gitmek nasıl bir şey, sen bilmezsin Başhekim. Bizim senin gibi makam arabamız yok. Ayağımız yere değiyor. Emek vermeden, önümüze yemek, çay, su gelmiyor. Küçük dağları ben yarattım edasıyla, bir eli cebinde, çalışanları gözü görmeyen, başbakan tavırlı Başhekimim…




    DİRENİŞİN 50. GÜNÜ


    Nasıl geçti 50 gün! Günler geçiyor, idare hala beni görmüyor. Ondan bağımsız oturan biriyim. Oturup oturup gidecek, daha ne kadar dayanır, hesabı yapıyorlar. Kış gelince gidermişim. Direnişin yazı  kışı mı var. Ben buradayım, siz gidersiniz ben gitmem bilesin Başhekim.


    Cumartesi ilk ziyaretçilerim Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube Ümraniye Temsilciliği. Ziyaretçi defterime şöyle yazmış Zeynel A. Çelebi: “ Konfuçyıs’un bir lafı vardır: Bin kilometrelik yolu bitirmenin ilk şartı ilk birinci adımı atmaktır. Adım attıkça umutlanıyor insan. Doğru bir söz bu. Bir şeylerin değişmesi için cılız da görünse tepkilerimizi göstermeliyiz.”


    Makine Mühendisleriyle birlikte Faik Başaran hocam da eşiyle birlikte dördüncü  kez geldi. Benim eşimle ve Ece Temelkuran’la çektiği resimlerimi büyütüp getirecek gelecek sefer geldiğinde.


    M. Mühendisleriyle Ali Öz de geldi. Onun da ikinci kez gelişi. Öğrencileri sürekli geliyor.


    Saat 15.00’de, Alevi Bektaşi Federasyonu Şubeleri, Kangal Dernekleri Federasyonu, Sivas Dayanışma Derneği, Divriği Kültür Derneği, Koçgiri Platformu, Habipler Cemevi, Karabel Yöresi Köy Dernekleri Federasyonu başkanları, üyeleriyle birlikte basın açıklaması yaptı. Gür sesleriyle megafona hiç gerek yoktu. ABF yönetim kurulu üyesi Mustafa Can’nın sesi duraktan duyuluyormuş. O nasıl bir sesti, diye soran arkadaşlarıma, yüzyıllardır onlar bu düzene seslerini duyurmaya çalışıyorlar, asılıyorlar, yakılıyorlar, sürülüyorlar, yok sayılıyorlar. O yüzden sesleri gür çıkıyor, dedim.


    Bu gün ilk basın açıklamamdan bu yana benim yanımda olan hastane doktorlarımızdan Bora İnce ve Ümit Akgün nöbetçiydi. Gün boyu fırsat buldukça yanıma uğradılar. Dr. Boranın eşi Seher ve kızı Su da geldi. 


    Akşam oluyor, yemek hazırlığı yapılıyor. Ülker, ilk defa yemek yapacak. İlk yemeğini bize yapıyor. Yemekleri çık güzel olmuş. Yaz türlüsü ve bulgur pilavı yapmış. Ellerine sağlık Ülker. Yemek yapmaya devam et. Biz beğendik yemeklerini. 


    Direnişin 50. günü böyle geçti. Kalabalık ve keyifli bir direniş günü. Gerçi benim bütün direniş günlerim keyifli. Saldırı olduğu gün bile öyleydi. Direnmenin keyfi başka. Kendini direnirken güçlü ve umutlu hissediyorsun.

27 Ağustos 2010 Cuma

DEVRİMCİ İŞÇİ HAREKETİ SESSİZ YÜRÜYÜŞ VE OTURMA EYLEMİ YAPTI

Sessiz Eyleme Devam Edildi
Devrimci İşçi Hareketi, 25 Ağustos’ta Paşabahçe Devlet Hastanesi önünde direnişini sürdüren Türkan Albayrak için sessiz eylemlerin ikincisi yaptı.
Hastanenin poliklinik bölümünde toplanan kitle eylemde "Türkan Albayrak İşe Geri Alınsın" yazılı dövizleri taşıyarak direniş çadırına kadar yürüyüş yaptılar.
Hastane bahçesinde süren yürüyüşte ayrıca Türkan Albayrak için bildiri dağıtımı da yapıldı.
Yürüyüş sonrası direniş çadırı önüne geçilerek 15 dakikalık bir oturma eylemi yapıldı. Oturma eylemine Devrimci Hareket, Kızılbayrak ve SODAP destek verdi.

BASINDA PAŞABAHÇE DİRENİŞİ


MERYEM KORAY
TOPLUMUN GÜNDEMİ
20 Ağustos 2010
Gazetelerde yer alan bazı haberlerden hatırlatmalarla, “gündem nedir” meselesini düşünelim istedim bu hafta.
Kipa önünde kitlesel eylem. ... Sözleşmeli öğretmen Ahmet Fazlı Elçi, ... kitap taşırken kalp krizi geçirdi. Eğitim Bakanı’nın, sözleşmeli öğretmenlere yanıtı “sözleşmeli” olmasaydınız” oldu!
Paşabahçe Devlet Hastanesi önünde tek başına işe dönme mücadelesi veren Türkan Albayrak’ın mücadelesi 40 günü aştı. 38. günü notlarını okudum;  kendini bir yana koymuş, aldığı haber üzerine Afganistan’a asker gönderme meselesine dair kaygılarını yazıyor.
Evet, insanın, toplumun, doğanın ve yaşamın gündemi bunlar.

Nihal Kemaloğlu
24 Ağustos 2010, Akşam
Birden fazla sendikaya üye     olmak mı?
Sendikalaşan işçinin iki gün içinde kapının önüne koyulduğu Türkiye'de yeni pakette, çalışanlar için 'aynı anda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz ibaresinin kaldırılmasıyla' demokrasi münazarasına kalkışmak ağır gerçeklik kaybıdır.
... Bırakın iki sendikaya üye olmayı, bu ülkede bir sendikaya üye olmak fitne-fesada karışmakla, terörist olmakla eşdeğerdir ve sendikalı işçinin hemen kovulması yerden göğe 'meşru' kabul edilir.
...
Paşabahçe Devlet Hastanesi'nin taşeron temizlik işçilerinden Türkan Albayrak sendikalı olunca işten çıkartıldı, şimdi tek başına her fırsatta sökülmeye çalışılan çadırında direnişinin 45. gününe girdi.
... Şu anda Türkiye'nin dört bir yanında sendikalaşma mücadelesi veren işçilerin haberleri ana medyanın sayfalarında da yer almadığından belki halkımız herkesi sendikalı diye bilebilir.
Ne de olsa yüzde 5 sendikalaşma oranıyla medyamız da az buz sendika düşmanı değil midir?

Radikal 2
22 Ağustos 2010
Sivil vesayet mi, paranoya mı?
... Örgütlenme özgürlüğü, sendika özgürlüğü getireceği iddia edilen referandum öncesinde işten atıldığı Paşabahçe Devlet Hastanesi önünde tek başına bekleme eylemi yapan taşeron işçisi Türkan Albayrak’ın eylemine bir zabıta ve polis ordusu müdahale etti ve çadırı yıkıldı. Ve finali Başbakan yaptı: “Yargının içinde dernek kurulur mu? ... bunu da bizim ilk fırsatta halletmemiz lazım.”
Başbakan bununla da yetinmedi, memur sendikalarından işveren örgütlerine kadar “hayır” diyen veya referandumda açıkça “evet” demeyen herkesi örtülü olarak tehdit etti.
Bunları alt alta koyduğumuzda ılımlı bir McCarthycilik ve sivil vesayet kokusu almak hâlâ paranoya mı?

TÜRKAN ALBAYRAK DİRENE DİREN KAZANACAK


DiRENiŞiN 48. GÜNÜ
      Bir değişiklik yok direnişe devam. Sabahların bir farkı yok. İşe gelenleri izliyorum. Dostların gözlerinde sevgi, düşmanlarınkinde kin. Uyanır uyanmaz sana kinli gözlerle bakanları bilir, bu yazıyı okuyanların çoğu. Sen de bakarsın öfkeyle. Elin kolun bağlıdır. Sana kalan direnç göstermektir.
      Biz bize geçirdiğimiz bir gün, bugün. Hapishaneye iki mektup yazıp gönderdim. Büyük keyif aldığım mektuplar onlar. Hem okumayı  hem de yazmayı sevdiğim...
      Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu'ndan Mesihe aradı, toplantıyı benim olduğum yerde yapmak istemişler. Yol sorunu nedeniyle gerçekleşememiş. Buradaki direnişe ne katkı sunabiliriz, sizin öneriniz nedir, diye sordu. Daha önce neler yapılabileceği ile ilgili konuşmuştuk Mesihe'yle. Toplu ziyaret, bildiri dağıtmak, sendikaları harekete geçirmek gibi konulardı bunlar.
      Nuray Mert'i ve Ece Temelkuran'ı aradım. Her hafta yapılan oturma eyleminden haberdar ettim. Önümüzdeki Çarşamba geleceklerini söylediler. Bu beni çok sevindirdi.
      Gün bitiyor. Herkes evine dönüyor. Kadınlar evde yapacakları işleri, yemeği planlıyor. Erkekler  izleyecekleri Avrupa Kupası  maçlarını. Bu akşam epeyce boş park, acil servis, direniş  çadırı. Maç olayı her şeyi etkileyebiliyor bu ülkede. Gelen hastalar bile azalabiliyor. Acaba erkekler şöyle mi diyor, hasta olan anne, baba, eş ve çocuklarına: Durun sabredin biraz, maç bitsin öyle götürecem sizi doktora. Sakın ölmeyin sabredin.
      Maç  akşamları için başka bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Maçların ne kadar önemli bir faktör olduğu hastane bahçesinden çok iyi gözlemleniyor.

                                       
DİRENİŞİN 47. GÜNÜ
              Direniş 47.günü beşte uyandım,üşümüşüm.Üstüme çok fazla ağırlık yapıyo diye fazla örtmüyorum ve üşüyorum,uykumu alamadım başım ağrıyor.Sabah yediğim peynir dokundu galiba miğdemde bulanıyor.Abur cubur yememeliyim miğde fesatına uğrayacağım.Ağzımın tadı yok çayı bile isteyerek içemiyorum.Hasta olmak beni bugünlerde çok korkutuyo.Direnişe zarar verir diye
Kendime iyi bakmaya çalışıyorum birde siğarayı bıraksam.

            Bugün çarşamba her hafta yapılacak olan oturma eyleminin günü Sabah saatlerinde gelmeye başladı polisler.Eylemcilerden önce doldurdular hastane bahçesini bizden fazlaydılar yine.Nedir onları korkutan geçen haftaki gibiydi eylem tepkiyi suskunlukla dövizlerle oturarak gösterdik.
Sessiz olması eylemin hastane koşullarına saygıdan.;Aynı saygıyı emniyet göstermiyor.Kalabalığını
yığarak hasta ve hasta yakınlarını tedirgin ediyor.Bizleri halka saldıracak insanlar olarak göstermeye çalışıyorlar (benim düşüncem bu)

              Sürekli mesajlar geliyor ama bugünkü değişik ilk defa bir spor klübünün taraftarları mesaj gönderiyor.Buca sporlu taraftarlar

              Aliağadan aradılar oradaki belediye taşeron işçileride başlıyacakmış direnişe,bana başarılar dilediler bende onlara başarılar diliyorum.


              Hayat tv ekmek ve gül programı için röportaja gelmişti.Sürekli geliyorlar hayat tv ve evrensel.Direnişin başlangıcından buyana haberleriyle destek veriyolar direnişe

              Direnişte bugünüde bitirdik.Her geçen gün birazdaha kök salmak oluyor.Her geçen gün beni zafer için umutlandırıyor.Her geçen gün benim ve işçilerin haklı talepleri için zafer oluyor.


DİRENİŞİN 46. GÜNÜ
Bu sabah da sakin bir gün. Sabahları serin İstanbul. Artık böyle olur; gündüz sıcak, gece serin. Sonbahar geliyor yavaş yavaş.
Sabah ilk ziyaretçim, yeni tayini çıkmış bir matematik öğretmeniydi. Sultanbeyli'den gelmiş. Kendi istemiş tayinini. Oranın gericiliğinden kaçmış, burası çok ilerici gibi. Erzurumlu. Biraz memleketinden, biraz ülkemizden, olması gerekenlerden konuştuk. Sabah yedide gelmesi ilginçti. Meğer arabasını satılığa çıkarmış. Üzerine yazı yazıp müşteri çıksın diye hastane bahçesine koymuş. O yüzden erken gelmiş.
Öğlene doğru eşim geldi. Arkadaşlar da geldiler. Çadırın etrafı kalabalıklaşınca banyo yapmamaya gittim. Banyo yapmak bile merasim benim için. Banyo için bir kilometre yürüyorum. Nihayet, banyoya ulaşıyorum. Tuvalette öyle bir sorun yok ama banyoya epey bir adım var. Bir daha adımlarımı sayacağım; kaç adımda gidiyorum. “Sen de çok şey istiyorsun. Tekel işçilerinin senin kadar lüksü yoktu.” diyebilirsiniz. Ama herkes yaşadığını bilir. Banyodan dönünceye kadar kirleniyorum zaten.
Biraz daha kalırsam su bağlatıp banyo-tuvalet yaparım bak. Belediye; elinizi çabuk tutun, benim işe geri dönmemde yardımcı olun. Elektriği de düşünüyorum almayı. Belki hastahane bahçesine kat çıkarım, hazır inşaatta var burda. İşe geri dönünce Sarıyer'e gidip gelmekten kurtulurum.
Elektrik şart. Buzdolabı lazım, aydınlatma, serin oluyor, ısıtıcı... ben hemen başlatayım bu elektrik bağlama işini. İş yoksa, devletin başka nimetlerinden yararlanmak lazım(!)
Akşam olunca, bizim masada, bilgisayar, satranç, kitap, gazete hepsi mevcut. Halkımız diyecek ki; “Bu adamlar kitap okuyor, satranç oynuyor. Boyasız basını okuyor. Yemek yapıyorlar. Çay demliyorlar. Ülkenin gündemini çok değişik anlatıyorlar. Birlikte gülüp, birlikte ağlıyorlar. Karşılıksız yardım ediyorlar. Herkesin yardımına koşuyorlar...” Biz burada örnek insanı gösteriyoruz. Çıkarsız birliktelik nasıl olur, onu öğretiyoruz.
Paşabahçe, fabrikalardan sonra bir canlılık yaşıyor. Küçük çapta da olsa, çok şeyler öğretecek bu direniş çadırı. Önce direnmeyi. Sonrası gelir...

24 Ağustos 2010 Salı

TÜRKAN ALBAYRAK 1,5 AYDIR HASTANE ÖNÜNDE DİRENİYOR


DİRENİŞİN 44. GÜNÜ

Pazarlardan biri, hava serin, hatta benim üşüyebileceğim kadar serin. Çorap ve ayakkabı giydim. Oğlumun ayakkabıları. Büyüyünce bana kalan spor ayakkabısı. Markası Adidas. Bu kadar emperyalizme karşıyken ayakkabının markasına bak, demeyin. Türkiye'nin ürettiği spor ayakkabı yok. Bir de, bunlar bayağı sağlam. Oğlum 12 yaşındayken eskitemediyse bu ayakkabıları, epey sağlamdır.

İşçi arkadaşlarımla sohbet ediyorum bugün. Kendimi ağlamamak için zor tutuyorum. Gerçek düşmanlarını unutup birbirleriyle uğraşıyorlar. Onlar didişirken, yukarıdakiler ellerini ovuşturuyor. “Bu işçiler bizi unuttu ne güzel. Biraz daha fitne sokalım, kavga etsinler. Suçlu olan biziz ama onlar kendilerini suçlasınlar.” diyorlardır. “Daha fazla iş verelim, daha fazla ezelim. Kim fazla iş yaptı, kim az iş yaptı, birbirleriyle uğraşsınlar.”

Birisine; “Aman sen bizim en iyi elamanımızsın senin yerin dolmaz.” Ötekine; “Her yerde sorun çıkartıyorsun, arkadaşlarınla geçinemiyorsun, çok yavaşsın, bak nasıl güzel çalışıyor X kişi.”

Al sana düşmanlık. Bizi aferin delisi yapıyorlar. Sanki her aferinde fazla para veriyorlar.

Ne çabuk unuttunuz, Mart'ın ilk günlerini; “Şirket değişti. Performansı düşük olanları çkartacağız. Taşıma var, inşaat var. Taşıma bitsin çıkartacağımız işçiler var. Taşıyın hamal gibi hastanenin hurdalarını.” demelerini.

Nasıl hoşuma gitmişti; taşıma grubu için verilen içecek ve üç parça yiyeceğin gelmediğinde, taşıma gurubunun protesto etmesi.

Sanıyor musunuz; acıdığı için, yorulduğunuz için verdiler taşıma gurubuna izinleri. Kanunen yasak, temizlik işçisine taşıma yaptırmak.

Bizler değil miydik, taşıma biter bitmez bunlar işçi atar, biran önce örgütlenip sendikaya üye olalım diyen? Sözleşmeye karşı çıkmamış mıydık? Tazminatımızı, izinlerimizi gaspedemezsiniz, diyen biz değil miydik?

Görmediniz mi, idarenin nasıl çekim alanı olduk burda. Çalıştığınız sürece, sizinle hiç bu kadar toplantı, ikna etmek için teke tek sohbet oldu mu?

Temizlik işçilerini “çöpçü-temizlikçi” diye hor gören Başhekim, sizi karşısına alıp şimdiye kadar çay ısmarladı mı? Şimdiye kadar bir hafta izni zor alırken, 25 günü bulan izin, onların lütfu mu, yoksa dışarıdaki direniş çadırının etkisi mi?

Ama siz, kendi içinizde birbirinize girdikçe, onlar Mart öncesi baskılarının kat kat fazlasını yapacak. 70 fazlaları olduğunu söylüyor Müdür Yardımcısı, çok rahat onları işten çıkaracak. Şimdiden yılbaşı tehdidi başlamış.

Arkadaşlar, orası onların babasının hastanesi değil bizim. Biz onları gücümüzle tehdit edelim. “Koltuklarınıza ne kadar yapışsanızda, orada oturup oturmamanız bize bağlı.”yı gösterelim!

Buradaki çadıra sahip çıkalım. Bu direniş çadırı sizin ve diğer taşeronda çalışan işçilerin iş güvencesinin yolunu açan bir direniş çadırı olsun. Desin ki tarih; “Paşabahçe Devlet Hastanesi işçilerinin kurduğu direniş çadırıyla taşeronlaştırma bitti bu ülkede.” Desinler ki; “sarı sendikaların önünü kapattı, Paşabahçe Devlet Hastanesi İşçileri.” İstersek, birleşirsek başarabiliriz.

22 ağustos 2010
Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak
0530 777 68 79
pasabahcedirenisi.blogspot.com

Direnişin 43.Günü

Bu sabah. Son haftalardaki sıcaklardan sonra serin bir sabah,iki gün istanbul serinleyecekmiş.İnsanlar sıcaktan asfalta yapışacaktı,buraya gelen ziyaretçiler buranın serin olduğunu söylüyorlardı.Bana gene burası bile sıcaktı,caddeleri düşünemiyorum.
İhtiyaçlarım için sokağa çıkınca arabalardan ve kalabalıktan ürküyorum,yaşama gittikçe yabancılaşıyorum.Bulunduğum yerden ayrılmamanın bir sonucu olmalı yürümeyi unutacağım yakında,o kadar kısa mesafede hareket ediyorumki...Eve kapatılmış bir kadın gibi.Kadınlar vardır sokağa hiç çıkmayan zorunlu ihtiyaçları dışında.Dünyada olup biteni kocalarının,babalarının gözüyle gören,perdeleri bile sımsıkı kapalıdır.O kadınların çamaşırını bile erkekler asar balkona.Erkeklerle konuşması yasaktır,kızların olduğu okula gider,ıssız yerlerde pikniğe-denize giderler.Komşularına geliş-gidişini erkekler belirler.Görürsünüz onları sokakta ürkek ürkek bakarlar etrafa.Çarşaflı olanlardan bahsetmiyorum yada türbanlılardan.
Kadınların kendilerini koruyamayacağı düşünülüp erkekler tarafından korunular.Ne yiyecekleri,ne giyecekleri,kiminle konuşacakları,kime oy atacakları belirlenmiştir.Doktora gidecekse kadın doktor olacak.Düzen ne güzel ayarlamış erkekleri,yönetmek yeterli onlar için nasılsa kadınları yönetme işi erkeklere verilmiş.Bir taşla iki kuş...Eğitimsiz kadınlar değildir,bunların hepsi çok iyi eğitim almış,çok iyi yerlerdeki kadınlarlada olabilir bunlar.Kendilerine ait düşünceleri yoktur kadınların.Onlarda kapatılmıştır kocalarından,babalarından farklı düşünemez ve davranamazlar.Hepsi değilsede çoğu böyledir.
Bakın psikologların kapısına kadınlardır çoğu.Aklımdan hiç çıkmaz;İstanbul'a yeni gelmiştim bir kadın görmüştüm İstinye Devlet Hastanesinde doğudan getirmişler hangi il hatırlamıyorum.Kadının ailesi hangi olaydan sonra o hale geldiğini anlatmamıştı,kadın konuşmuyordu.Doktorlar fiziksel birşey bulamamış.O zaman beni şunu düşünmeye itmişti o olay;bu kadına kim ne yaptı? Tecavüzmü,dayakmı,çocuğumu öldü,nedir onu konuşmaya değer birşey olmadığına karar verdiren.İstediğimi konuşmuyorsam sesimi duymayın dedittiren irade.Savaşta bile biz ganimet sayılıyoruz,alıp satılan mal olduğumuz için araba reklamında arabadan çok bizi gösterirler,adam arabayı değil kadını alacak sanki...Reklamların gözdesidir güzel kadınlar.Reklamını yaptığı malla aynı tutulur.Belli kullanma süresi vardır kadınların.Daha fazla yazmıyorum bu konu bitmez...
Kendi konuma döneyim ben,kendi konum bunlardan farksız değil tabi.İşten atınca beni kolay kurtulacağını sanan zihniyet kadın olmamdan dolayı eve gider direnmez sandı,kocası,babası,oğulları ona engel olabilir sandı.Sayıları azda olsa bu düzene karşı çıkan kadınların olduğunu gözardı ettiler.
Bugünkü dışardan gelen ziyaretçilerim;Yar Yayınlarından Osman Çobanoğlu ve Çağlar Mirikti. İki kitap getirmişler bana "Küçük Ağacın Eğitimi" ve "Görünmez Bir Nisan Ayının Günlüğü" Kitap iyi bir hediye benim için.Okumayı çok isterim.Elimdeki kitap üç haftadır okunup bitirilmeyi bekliyor.

21 ağustos 2010
Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak
0530 777 68 79
pasabahcedirenisi.blogspot.com

DİRENİŞİN 42. GÜNÜ
Direnişin 42. günü çadırda geçen günler çoğalıyor farkında bile değilim. İşyerinde olsaydım bugüne kadar, eve gidip gelseydim bu kırk iki günde neler olurdu yaşamımda? Düşünmeye çalışıyorum. Direniş çadırındaki tecrübem bende olsaydı öncelikle çocukluğunda güven duyulmayan, dışlanan kişilere ihtiyatlı davranırdım. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz atasözünü dikkate alırdım. Mücadele değiştirir geliştirir insanı, buna hala inanıyorum ama aynı mücadele insanları yeniden temizler , temiz ve duru olanlar kalır mücadelede.

Çocukluğumun tecrübesidir beş kardeştik biz, birbirimizi ispiyonlamamayı babam öğretmişti. Evimizin camını kırmıştık, babam soruyor ; kim kırdı? diye. Kimin kırdığını söyleyeni haşlamıştı babam. Cam kırmak bir suç demişti ama ispiyonculuk daha büyük bir suç demişti babam. Asla birbirimizi şikayet etmemize izin vermemiştir. Biz kardeşler olarak otoriter bir babanın,bu değerleri bize öğrettiği kenetlenmiş beş kişi olarak onun karşısında güçlü çocuklar olduk. Birbirimiz koruduk. Başka hayatlarla devam eden yaşamımızda bunu korumayı bildik. Çevremizde , arkadaşlarını asla satmayan, dürüst, doğruyu söylemekten korkmayan insanlar olarak anıldık.
Bizim kültürümüzde vardır , ispiyoncular adam yerine konmaz. Bakmayın halkımıza ispiyon kültürünü veren düzene halk ispiyoncuları her zaman aşağılamış ve dost meclislerine sokmamıştır, sokmayacaktır.

Direniş çadırı yıllardır birbirini görmeyen arkadaşların tekrara buluşmalarına vesile oluyor. Onların tekrar dostluklarını tazeliyor.. Ortaokul arkadaşı olan Akif ve Bahadır gibi aynı okulda okuyan iki işsiz genç. Okul anılarını konuştular , işsizliği konuştular. Yetenekli bir sürü gencin işsiz olması ne kötü, en verimli zamanlarını boşa geçiren bir gençlik var. Dünyadan umudunu kesmiş , dünyaya boş gözlerle bakan bir gençlik, sanal alemde dostlukları arayan, birbirleriyle göz temasında bulunmayan bir gençlik. Ben çok şaşırıyorum internetten bulunan arkadaşlıklara. Karşılıklı bakışmadan gözleriyle, söyledikleri aynı anlamı taşıyor mu anlamadan, mekanik, ses olmadan, ses tonlamaların anlamını çözmeden, nasıl bir dostluk kuruluyor? Nasıl bir güven duyuyorlar birbirlerine? İnsanı insandan uzaklaştırıyorlar bizler anlamadan.

Bu günde akşam oldu. Direniş çadırı her gün bana yeni bir şey öğretiyor; direnmenin kazanmanın bir yolu olduğuna dair. Geçen her gün benim direncime direnç katıyor. Düşmanlarım aksini umuyor, umduklarını bulamayacaklar. Karşılaştığım hiçbir zorluk beni yolumdan edemez. Biran önce çekilin yolumdan ki ezilmeyin.

Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak
0530 777 68 79
pasabahcedirenisi.blogspot.com

20 Ağustos 2010 Cuma

Direnişin 41.günü.

Direnişin 41.günü.
19.08.2010 Perşembe

Sakin bu günler artık.Sakin yazıyorum 05.20'den sonraki sabahlara polis ve zabıtayla günaydın demiyorsam sakindir.
Bu direniş benim ilklerimle dolu.İlk defa hapishaneden mektup aldım bugün.Devletin haksızlığa karşı çıkanları kapattığı zindandan.Devletin taşeronlaşma sistemiyle işsiz bıraktığı işsiz direnişciye mektup geliyor.Devlet meşru görmediği direniş çadırına kendi eliyle getirmek zorunda kalıyor mektubu,bu direnişin başarısı.
Emrah Yayla şöyle diyor kapatıldığı dört duvar arasından " Üç kişilik bir hücreden yazıyorum,kör ve sağır olmayı reddettiğimiz için,sesimizin boğulması amacıyla konulduğumuz kör ve sağır hücrelerde de olsak direnenlerin sesini duymamızı kimse engelleyemez! "
Aynı amaç için uğraşırken Emrah,sizler dört duvar arasında bizler dışarda...Amaçları uğruna ölenlerin,tutsak olanların düşüncelerini paylaşanlar olarak biz dışarda yeterince çalışmıyoruz.Çalışmıyoruz ki hala sömürü ve zulüm devam ediyor.Çalışmıyoruz ki düşüncelerinden dolayı tutsak olanları duvarları yıkıp dışarı alamıyoruz ...Çalışmıyoruz ki açlıktan 21.yüzyılda ölen çocuklar var.Çalışmıyoruz ki emperyalizmin çıkarları uğruna savaşlar sürüyor.Silahlar susmuyor... Çalışmıyoruz ki taş atan çocuklar hapishanelere atılıyor.Ben kendi adıma bizden öncekilerin uğruna can verdiği,tutsak ve sürgün olduğu değerleri hayata geçirmek için yeterince çalışmadığım için mahcubum sizlere.
Akşam saatlerinde Beykoz Halkevi ziyaretime geldi.Taşeronlaşma ve referandumdu konumuz.Bunun dışında her çarşamba direniş çadırının talepleriyle ilgili oturma eylemine bundan sonra katılacaklarını söylediler.Halkeviyle birlikte öğrenci koloktifleride gelmişti.Ziyaretleri önemli benim için ...
İftar saatinde geldi Elektrik Müh. Odası.Ücretli çalışan ve işsiz mühendisler komisyonu mücadeleme destek olmak için ellerinden geleni yapacaklarını söylediler.Gelirken sinek kovucu getirmişler benim için.Bu akşama dair yapacaklarının en iyisi sinek ilacı ben ve nöbetçiler sineklerden çok dertliyiz...
Ülkenin dört bir yanından telefonlar gelmeye devam ediyor.Afyon,İzmir,Diyarbakır,Kars,Muğla,Ankara,Eruzurum .... bütün iller desem ...
Avrupadan da telefonlar sürekli geliyor.Almanya,Avusturya,İsveç,Belçika,İsviçre,Fransa,İngiltere,Rusya...Amerika ve Afrika kıtasına ulaşamadı sesim,galiba daha çok bağırmam gerekiyor ....

DİRENİŞİN 40. GÜNÜ

DİRENİŞİN 40. GÜNÜ 18.08.2010 - Çarşamba

Direniş 40.günü kırkı çıktı derler ya bizde ölenin,doğanın,gelinin kırkını anarlar kırgıncı günde direniş çadırının epey hareketliydi.

Sabah saatlerinde dolmaya başladı hastane bahçesi hasta,hasta yakınları dışında sivil polislerde sebebini sonra anladım.Devrimci işci hareketi öğlen yarımda 15 dakikalık sessiz oturma eylemi yaptı.Kırk kişilik eylemdi.Eylem sırasında benim işcilik yaşamımda yaşadığım sorunları ve şu andaki yaşadıklarımı anlatan bir bildiriyi dağıttı.Devrimci işci hareketi öğlen saatini seçmekle isabetli bir karar almışlar.Öğlen saati hastane çalışanlarının bahçede toplandığı bir saat eylemin başarısı için çalışanların dışarda olması gerekliydi.Çalışanların şimdilik bakışlarıyla desteklenen,ilerki günlerde fiili olarak katılımını sağlıyacak bir eylem şekli.Yürüyüş ve oturma eylemi.

Saat 4 e doğru yine sivil polis sağnağı başladı,öğlendeki kadar değil sadece siviller basında geldi.Basından öğreniyorum.ESP sosyalist kadın meclisi gelecek destek ziyareti için.4,30 gibi geldi kadınlar acil girişinden slogan atarak girdiler.Hareketlilik burdaki herkesi hareketlendiriyor,şaşırtıyor.Sloganlarda,konuşmalarda kadın dayanışması öne çıkıyor.Tek kişilik diğer kadın direnişleri Emine Aslan,Gülistan Kobat,Aynur Çamalandan bahsediyoruz.Yaşadıkları süreci konuşuyoruz. Aynur Çamalandan ın ziyareti olmuştu.Direniş çadırına onun deneyimleri benim için örnekti.Kısa zamanda Emine ve Gülistan da gelir.Onların yaşadığı süreci onların ağzından dinlerim.Benim gidip onları görmem mümkün olsa hiç beklemem giderim.

Akşam 7-8 arası BDSP emekçi kadın komisyonu geldi.Birlikte iftar sofrasında yemek yedik,sohpet ettik.Sohpetin konusu tek başına yapılan kadın direnişleriydi.Kadın komisyonuydu adı ama erkeklerde vardı.Erkeklerin olması güzeldi.Mücadele omuz omuza olmalı,İki emekçi kadın komisyonu üyeside direniş çadırında nöbete kaldı.Daha ilk haftalarda devrimci harekette üç kişi olarak direniş çadırında nöbete kalmışlardı.Bu direniş tüm çevreler tarafından sahiplenirse başarısı kat kat büyük olur.Kavgamız aynı düzenle

1.Mayıs mahallesinden ailesini almış gelmiş bir işçi annesi teyzesi yengesi arkadaşı bir arabaya dolmuş gelmiş.Gelirken çay,börek,kek getirmişler.Börek fırından yeni çıkmış sıcacıktı.Kek çok güzeldi ama en güzeli birlikte yapılan sohpetti.Sineklerde saldırmasa daha iyi olacaktı.

İlk doğum gününü kutlayan Rüzgar Bora da bu akşam geldi.Doğum günü pastasından da getirmişti bana direniş çadırında devam etmek istemiş doğum günü kutlamasına iyiki doğdun Rüzgar Bora umut getirdin bizlere,güzel günlerin olsun.İşsizliği,açlığı,zulmü sen büyüyünceye kadar sileriz umarım dünyadan.

Birgün de böyle geçti direniş çadırında gün bitinceye sabah oluncaya kadar yoğun geçen bir direniş günüydü.Bundan sonraki günler de yoğun geçeceğe benziyor.Direniş devam ediyor taleplerimiz yerine gelinceye kadar.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

DEVRİMCİ İŞÇİ HAREKETİNDEN SESSİZ YÜRÜYÜŞ VE OTURMA EYLEMİ


Türkan Albayrak İşe Geri Alınsın 2010.08.18  

Devrimci İşçi Hareketi, sendikal mücadele veren Türkan Albayrak için her çarşamba günü eylem yapacaklarını duyurarak "Türkan Albayrak, sendikal çalışmalarından dolayı çalıştığı taşeron şirket tarafından işten atıldı. 40 gündür hastane önüne kurduğu çadırında gece gündüz direniyor. Türkan Albayrak'ın direnişi patronlar tarafından sömürülen, aşağılanan tüm işçilerin emekçilerin direnişidir. Taşeronlaşma zulmüne karşı bir direniştir. Hakkı olanı alma mücadelesidir" açıklamasında bulunmuşlardı.

18 Ağustos günü ilk eylemi yapan Devrimci İşçi Hareketi, "Türkan Albayrak İşe Geri Alınsın" yazılı dövizleri taşıyarak Paşabahçe Devlet Hastanesi'nin poliklinik bölümü önünde yürüyüşe başladılar. Hastane bahçesi içerisinde süren sesiz yürüyüşü o sırada bahçede bekleyen hasta ve hasta yakınları ilgiyle izlediler. Yürüyüş devam ederken aynı zamanda Türkan Albayrak için bildiri dağıtımı da yapıldı.

Yürüyüş sonrası direniş çadırı önüne geçilerek 15 dakikalık bir oturma eylemi yapıldı.

Oturma eylemi sonrası eylem bitirildi.
BİR İBRET ÖYKÜSÜ

Bir Kadın İşçinin
“Fahişelikten Teröristliğe” Kadar Giden İŞİNİ GERİ İSTEME Mücadelesi

İSMİ: TÜRKAN ALBAYRAK
KÖLELİK TAAHHÜTNAMESİNİ İMZALAMADI
SENDİKALI OLDU
İŞTEN ATILDI
İŞİNİ GERİ İSTİYOR
BUNUN İÇİN PAŞABAHÇE DEVLET HASTANESİ ÖNÜNDE DİRENİYOR!

Türkan Albayrak, ’92 yılından beri çeşitli işlerde, işyerlerinde çalıştı. Konfeksiyon işçiliği yaptı. Taşeron temizlik şirketlerinde temizlik işçisi olarak çalıştı. Konfeksiyon işçisiyken “sigortam yapılsın” diye ısrar ettiği için işten atıldı... Başka bir işyerinde sendikal çalışma yaptıkları için patronlar işyerini iflas etti diye kapattılar...

2002 yılında Türk Telekom Gayrettepe Başmüdürlüğü’nde Öncü AŞ de taşeron firmasında temizlik işçisi olarak işe başlıyor. Tam bir köle düzeni. Türkan Albayrak çalışma koşullarını şöyle anlatıyor: “Arkadaşlarınla konuşmak yasak, çay içmek yasak, yemek saati dışında bulunduğumuz kattan ayrılmak yasak. Temizlik şefi sürekli işçilere hakaret ediyor aşağılıyor. Asgari ücretle çalışan işçilere sigarasını aldırıyor onlardan avanta alıyor. Sesini çıkartanı işten atıyor. Kadınlara cinsel tacizde bulunuyor. Evlerine kadar rahatsız ediyor. Olmadık işlere sürüyor küçük düşürüyor.” Bu koşullara dayanamıyor Türkan Albayrak, müdür yardımcısına şikayet ediyor. Kadın işçilere sahip çıkan Türk Telekom Gayrettepe müdür yardımcısı da işten atılıyor.

2006 yılında Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde taşeron temizlik şirketi Piramit AŞ temizlik işçisi olarak işe başladı. Burada da hakkını arıyor Türkan Albayrak. Ve hakkını aradığı için ibretlik şeyler yaşıyor.

Hastanede başlattıkları sendikal mücadele sonrasında özellikle başhekim yardımcısı Yaşar Çelik tarafından çöpçüler denilerek hakarete maruz kaldı. Müdür yardımcıları Mehmet Can ve Halis Demir’in her cuma işten atma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Yapılan bu baskı ve tehditlerin en kötü ve onur kırıcı olanı da başhemşire yardımcısı Aylin Karamemişoğlu’nun kadın işçilerle yaptığı toplantı oldu. Karamemişoğlu kadın işçileri aşağılayarak, bütün kadın işçileri fuhuş yapmakla suçlayan bir konuşma yaparak erkeklerle konuşmalarını yasakladı.

Türkan Albayrak, sınıf sendikacılığından uzak tavır sergileyen patronla kolkola toplantı yapan Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikası Kadıköy Şube Başkanı Ali Tepeci tarafından terorist ilan edildi.

Türkan Albayrak, 8 Temmuz günü işten atıldı.

İşte ülkemizde hakkını arayan, sendikalaşmak isteyen bir emekçinin karşılaştıkları bunlardır:
- Teröristlik suçlaması
- Fahişelik suçlaması
- İşten atılma
- Tehdit, yıldırma yöntemleri

TEK KİŞİLİK DİRENİŞE
HASTANE YÖNETİMİ-POLİS VE ZABITA SALDIRISI


Paşabahçe Devlet Hastanesi başhekimliği, polis ve zabıtalar Türkan Albayrak’ın haklı direnişine tahammül edemediler. 5 Ağustos ve 9 Ağustos günü Türkan Albayrak’ın direniş çadırına polis ve zabıtalar üç kez saldırdı. Türkan Albayrak’ı yerlerde süreklediler, çadırına, döviz ve pankartlarına, suyuna el koydular. Amaç yıldırmaktı. Türkan Albayrak yılmadı, çadırımı alırsanız “bir kilim üzerinde oturururum” diyerek direniş devam ediyor mesajını verdi.

Saldırı Türkan Albayrak’ın kararlılığı ve destek ve dayanışmalarla boşa çıkartıldı.
Hakkı için direnene saldıranlar emek ve emekçi düşmanlarıdır. Türkan Albayrak direnişiyle emek düşmanlarının yüzüne adaletsizliklerini, suçluluklarını, zorbalıklarını ve yenileceklerini haykırıyor. Buna tahammülsüzdürler işte.

DİRENİŞİ SAHİPLENELİM!
DAYANIŞMAYI BÜYÜTELİM!


Türkan Albayrak'ın direnişini sahiplenmek, Tüm emekçilerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin sorumluluğudur.

ÇÜNKÜ:
Türkan Albayrak'ın direnişini sahiplenmek,
Sendika hakkını savunmaktır.
Direnme hakkını savunmaktır.
İnsanca yaşama ve insanca çalışma hakkını savunmaktır.
Tüm emekçileri, sendikaları ve demokratik kitle örgütlerini bu onurlu emekçi kadının direnişini sahiplenmeye çağırıyoruz.


DAYANIŞMA İÇİN

Türkan Albayrak
Tel: 0530 777 68 790

Paşabahçe Devlet Hastanesi Önü – Direniş Çadırı

pasabahce.iscileri@gmail.com
www.pasabahcedirenisi.blogspot.com

16 Ağustos 2010 Pazartesi

BİRGÜN YAZARI ÜMİT ALAN BİR İSTİSNA YAPTI VE KONSEPTİNİN DIŞINA ÇIKTI
11.08.2010 19:06:00

BirGün gazetesindeki "Köşe Vuruşu" köşesinden konsept gereği medya ve köşe yazarları üzerine yazan Ümit Alan bugün bir istisna yaptı ve köşe vuruşu noktasından çıkarak başka bir sahaya girdi...

Ümit Alan/BİRGÜN

Bugünlerde en hayysiyetli köşe hangisi?

Bir yılı aşkındır bu köşeden sesleniyorum. Burada konsept gereği, medyamızın ve köşe yazarlarının hallerine değindim. Kimi köşede vicdansızlık vardı, kimisinde terbiyesizlik vardı, kimisinde düşmanlık, kiminde haysiyetsizlik ve daha bir sürü şey. Elimden geldiğince teşhir etmeye, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Ara ara köşelerden çıkıp medyanın genel hallerine de değindim “Bu köşelerde hiç mi olumlu bir şey yok?” diyenlere, arada tavsiye ettiklerim de oldu. Bugün de bir köşeden söz edeceğim. Ama her zamankilerden biraz farklı. O köşede sadece ‘haysiyet’ var. Orada ana akım medyamızın  göremediği şeyler var. Bence şu sıra Türkiye’nin en haysiyetli köşesi orası. Bu hafta Köşe Vuruşu’nu oradan kullanmak istiyorum.
TEK BAŞINA BİR KÖŞEDE
Türkan Albayrak Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde 5 yıldır temizlik işçisi olarak çalışıyordu. Günün birinde kendilerini çalıştıran taşeron firma, “ihbar, kıdem tazminatlarımızı aldık, yıllık izinlerimizi kullandık” yazılı olan bir taahhütname imzalatmak istedi. Türkan Albayrak ve arkadaşları kendilerini çalıştıran taşeron firmanın sözleşmesini imzalamak istemediler. Bunun üzerine aynı anlama gelen, ama üstü biraz daha kapalı başka bir sözleşme sunuldu. Bazı işçiler çaresiz imzaladı. Albayrak ve 10 arkadaşı imzalamadı ve işten atıldılar. Bunun üzerine Türkan Albayrak çalıştığı hastane önünde tek başına direnişe geçti. O köşecikte bir çadır kurdu ve haklarını kazanana kadar oradan ayrılmayacağını ilan etti. Tek başınaydı ama bunu tüm işçi arkadaşları için yaptığını söylüyordu. İster yandaş, ister candaş olsun diğer köşelere kurulmuşların bu pek umrunda değildi tabii bu.
ZABITA SALDIRISI
Türkan Albayrak sendikal hakları için başlattığı direnişte elbette birilerini rahatsız edecekti. Zaten bir süredir polis ve zabıta tarafından hastane önündeki eylemini bitirilmesi yönünde uyarılıyordu. Pazartesi sabahın erken saatlerinde 40 kişilik bir zabıta ekibi Türkan Albayrak’ın eylem çadırına baskın yaptı. Çadırına, pankartlarına, günlüğüne ve hatta şişedeki suyuna bile el koydular Albayrak’ın. Yılmadı, çadırını yeniden kurmak için hâlâ o köşede beklediğini ve beklemeye devam edeceğini kaydetti. Son gelen haberlere göre ise; devlet hastanesinin önüne Çevik Kuvvet ekiplerini çoktan göndermişti. Türkan Albayrak’ı o köşeden uzaklaştırmak için 40 kişilik bir zabıta ordusu yetmemişti çünkü. Tek kişilik direnişi, polisiyle zabıtasıyla topyekun kırmaya çalışıyordu devlet.
SENDİKASI TERÖRİST İLAN ETTİ
Doğal olarak böyle bir işçiye sendikanın sahip çıkmasını beklersiniz değil mi? Türkiye’deyseniz, Türk-İş gibi bir sendikanız varsa çok beklersiniz. Çünkü Albayrak’ın gazetemizden Zeynep Kuray’a aktardığına göre; Sağlık-İş Kadıköy Şubesi Başkanı Ali Tepeci, bırakın  sahip çıkmayı, söz konusu sözleşmeyi imzalamaları için işçileri ikna etmeye çalışmış. Üstüne üstlük sadece haklarının peşinde olan Türkan Albayrak’ı da arkadaşlarının önünde terörist ilan etmiş. Öyle sendikaya “Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından” şarkısını hediye etmekten başka çaremiz yok tabii. Bununla birlikte Türkan Albayrak’ı o köşede yalnız bırakan sadece sendikası ve iş arkadaşları değil demiştik ama her paragrafın sonunda tekrarlamak isterim. Ana-akım medyamızın da yandaşıyla olsun, candaşıyla olsun o köşede yalnız bıraktı Türkan Albayrak’ı. Onlar yalnız bırakınca zabıtasıyla, polisiyle tek başına direnen bir kadına saldırmakta beis görmediler tabii. Tüm bunlar olurken, Türkiye kendisini “12 Eylül zulmünden kurtaracak” bir anayasa değişikliğini konuşuyordu. Bir ücra ‘köşede’ direnen tek kişinin bile nasıl korkuttuğu açıkken, insanların 12 Eylül darbesiyle sindirilmiş örgütlenme hakları konusunda yeni hiçbir şey konuşulmuyordu bu değişiklik kapsamında. Sendika, örgütlenme, grev hakkı filan ‘teferruattı’ sonuçta. 12 Eylül, bunları kırmak için yapılmamıştı değil mi? Paşaların iktidar hevesinden kaynaklanan bir maceraydı o kadar. Dönemin TÜSİAD Başkanı Halit Narin, darbeden sonra “Bugüne kadar işçiler güldü. Şimdi gülme sırası bizde” filan dememişti hiç.
MEDYAMIZDAN UTANDIM!
Türkan Albayrak’ın bir ayı aşkın zamandır sürdürdüğü direnişin medyaya yansıması oldukça zayıf. Gazetelerden BirGün, Cumhuriyet ve Evrensel gazeteleri haber yapmışlar. Hem de bir kaç kere, ama yetmemiş işte. Bir de pazartesi günü Hürriyet gazetesinde Nuray Mert biraz değindi o kadar. Nuray Mert’ten sonra yazanlar çoğalacaktır. “Senin konseptin köşe yazarları, sen niye yazdın?” diye soracak olursanız, Türkan Albayrak benimle birlikte tüm köşe yazarlarına tam bir aydır durmadan mail atıyor, artık utandığım için derim. Birileri yazmadığından, daha çok konuşulmadığından. O yüzden bu haftalık alıştığınız gibi köşe yazarları yok Köşe Vuruşu’nda. Çünkü bir kadın, o köşede yalnız başına direniyor. O köşe, Türkiye’nin en haysiyetli köşesi. Gitmeseniz de, gelmeseniz de, yazmasanız da öyle.
Direniş 37.günü.

Gün uzadıkça kamuoyu hareketleniyor. Cumhuriyet’te Işıl Özgentürk yazmış.Işıl Özgentürk’e teşekkür ediyorum.

Bu gün direniş çadırını sabah 10 dan bu saate kadar Cumhuriyet okurları arıyor,direnişimi tebrik edip başarılar diliyorlar. Yapabilecekleri neler olabilir soruyorlar. Yanıma direniş çadırına gelip bana destek vermenizi isterim bana ve sömürülen işten atılan işçiler için yapabileceğiniz en güzel şey budur.Direniş çadırında olup direnenlere destek verdiğini görsün yönetenler.

Pazar banyomun dönüşünde beni bekleyen bir misafirim vardı. Nurçehre Elver fotoğrafçı bana kendi elleriyle börek ve kek yapıp getirmiş daha önceleri iki kez gelen Faik hocayla birlikte gelmeye karar vermişler önce o geldi çadıra daha sonra Faik hoca ve eşi iki dostuyla beraber. Çok sıcak bir sohbet yapıyoruz artık Faik hocayla. Eşimi oğlumu iyi tanıyor resimlerimi çekti yeniden çayla beraber,Nurçehre’nin böreklerini ve kekini yedik. Paşabahçe Kültür ve Dayanışma Derneği üyeleri de buradaydı ülke ve dünya sorunlarını konuştuk. Ülke ve dünya sorunları hep beş yıldızlı otellerde konuşulacak değil ya,birazda direniş çadırlarında konuşulsun.

Gece çadırın bir kadın ve bir kız çocugu ziyaretçisi vardı. Yanlarında da bir köpekleri. Kadın televizyonda görmüş direniş çadırını,ziyarete gelmiş. Gece yarısı yanında on bir yaşındaki kızı ve köpeğiyle. Kadın sarhoş zavallı çocuğu da yanında. Kadın abuk sabuk konuşuyor. O kız çocuğu annesinden utanıyor,bir köşeye büzüşüyor. Annesine bir şey söyleyemiyor. Anneme kötü bir şey söylemeyin diye gözleriyle yalvarıyor. Bu ülkede ki neyi yazasın ? Hangi yana baksan acı, o kız çocuğundan nasıl bir birey olur ? O kız çocuğunun bu dünyaya büyüyünce ne faydası olur ? Hayatı sarhoş bir anneyle geçiyor ! Ezile büzüle bakıyor etrafa. Annesine annelik yapıyor. Yazık çocuklarımıza lanet olsun bu düzene. Çocuklarımız mendil,çiçek satar sokaklarda; çocuklarımız dayak yer hapis yatar bu ülkede;çocuklarımız aç yatar;karda kışta çıplak gezer çocuklarımız;televizyonlarda yarışma programlarına malzeme olur çocuklarımız;çocukluklarını bilmeden büyür;uyuşturucu satıcısı,hırsız,fahişe olurlar sonra ama bizim çocuklarımız. Sizin çocuklarınız bakan,tüccar,armatör vs. olur. Cumhurbaşkanı bile olurlar. Bir de benim idarecilerim gibi başhekim,başhemsire,müdür olurlar ama İNSAN olamazlar.

Bugün de akşam oluyor. Direniş çadırımda iftar hazırlıkları yapılıyor. Etrafımda arabalar hızla yol alıyor. Hastane çalışanları sofralarına bir şeyler yetiştirmek için koşuşturuyorlar.

Baba evimdeki iftarlar geliyor gözümün önüne. İftar saati yaklaşınca babam çıkar balkona,evimiz yol kenarındaydı. Yoldan geçenleri iftara çağırırdı. Özellikle de sofrada et varsa,evine et alamayanları çağırırdı. Kendisi yemez onlara yedirirdi. Ramazanlarda muhakkak bir aileyi doyururdu. Zengin sanmayın babamı babam bir devlet memuruydu. Bizim ve kendi ihtiyaçlarından kesip herkese yardımcı olurdu…

15 Ağustos 2010 Pazar

Direnişimin 36. Günü 2010.08.15

İşverenin Ağlama Duvarı olur...

14 Ağustos 2010
Direnişin 36. günü… Değişen bir şey yok, ortalık sakin, direniş çadırı yerinde. Direnişçi yerinde her gün. Değişen çadırın kazanımları... zaman geçtikçe kök salıyoruz. Bugün şunu düşündüm; işe geri döndüğümde bu çadırın yeri benim için ne ifade eder? Bahçeye her çıkışımda çadırın yerinde otururum, orada geçirdiğim günleri ve anıları tekrar tekrar yaşarım herhalde, diye düşündüm. Ya da orayı bir anıta, zafer anıtına dönüştürürüz. Evim ve işim kadar değerli burası çadırımın ve pankartlarımın olduğu alan. Zafer sonrası burayı işçilerin onur alanı, işverenin de ağlama duvarı yaparız. En iyisi son yazdığım işverenin ağlama duvarı olsun direniş çadırının yeri.

Ziyaretçilerim sürekli geliyor. Bugün Devrimci Duruş buradaydı. Öğlen saatlerinde sıcağın en fazla olduğu saatte buradaydılar. Giderken "Türkan Albayrak Yalnız Değildir" sloganını atarak gittiler. Hastaneyi bir kez daha, onlar da pencerelere çıkardılar.

Daha sonra Esenyurt Birlik Platformu üyeleri; Esenyurt Tokatlılar Derneği başkanı, Esenyurt Dersimliler Derneği başkanı, Esenyurt Erzincanlılar Derneği üyesi arkadaşlar geldiler. Tekrar toplu bir şekilde geleceklerini söyleyip çok kısa oturdular. Üç buçuk saatleri yolda geçmiş. Yetişmeleri gereken bir toplantı olduğu için erken kalktılar.

Akşam oluyor ramazan pidesi alalım diyoruz buradaki dostlarla birlikte. Bir de tulum peyniri ve domates… Ne yiyeceğimizi düşünürken iki kişinin merakla panomuzu incelediklerini görüyoruz. Bakındılar epeyce, Kocaeli'nden geldiklerini söylediler. Özellikle direniş çadırını görmeye gelmişler. İmza defterindeki kişilerin hangi meslekten olduğunu bile incelediler. Bayan olan doktormuş. İsmini yazmamı istemeyebilir diye yazmıyorum. Kocaeli'nden kalkıp buraya gelmesi çok sevindirici. Telefonlar sürekli devam ediyor. Dünyanın her tarafından direnişi destekleyen telefonlar…

Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak
0530 777 68 79
Direnmelisin Zeynel! 2010.08.14  

13 Ağustos 2010, Direnişin 35.günü. Bir cuma başlamıştım direnişe, yine cuma. Bu sabah biraz fazla uyudum. Öyle sıcaktı ki akşam uyumakta zorlandım.

Emekli-Sen üyeleriyle sabahlamıştım.Hazır onlar burda çadırımı onlara emanet edip banyo yapmaya gittim. Geldiğimde eşim, oğlum gelmişti. Oğlumu her görüşümde ne kadar özlediğimi anlıyorum. Özellikle ona sarılıp öpmüyorum, eminim o da öyle. Her ikimiz de ağlarız, bundan korkuyoruz ve birbirimize sarılmıyoruz.

Direniş çadırları kurulmaya devam ediyor. Dün de tersane işçisi Zeynel Kızılaslan Tuzla Gemi Tersanesi önünde direnişe başlamış. Her gün ölümlerin olduğu, can güvenlikleri olmadan asgari ücretle çalıştırılıyor tersane işçileri. Onlar da madenciler gibi evlerinden çıkarken aileleriyle helaleşiyorlar. Nedir bu kapitalizmin hırsı? Nedir bu bizim çaresizliğimiz? Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz! Evimize ekmek götürebilmek için ölümü göze alıyoruz. İlkçağ insanı gibi. Yiyeceğini sağlamak için ilkçağ insanı vahşi hayvanlarla savaşır, şansı yaver giderse bu savaştan sağ çıkıp karnını doyurur ve barınırmış.Bizler ilkçağ insanı... Kapitalistleri de vahşi hayvanlara benzetiyorum. Biz hala yaşamak için savaş veriyoruz... Direnmelisin Zeynel, direnen kazanıyor!
Grup Yorum,İdil Kültür Merkezi ve şair Ruhan Mavruk buradaydılar bugün. Onları yanımda görmek benim için büyük bir mutluluk. 25 yıldır tüm baskılara rağmen Grup Yorum bu ülkenin çocuklarının acılarını, umutlarını, direnişlerini anlatan türkülerini yapıyor ve yapmaya da devam edecektir. Grup Yorum, Emekçi Halayı,Haklıyız Kazanacağız ve Grev Türkülerini söyledi. Ruhan Mavruk, Albartos şiirini okudu. Onları dinlemeye gelen doktorlar, hemşireler dinlemeye doyamadılar, tabii ki ben de...

Kadın Platformu üyeleri saat üçte geldi ziyarete. Buradaki durumla ilgili ve hastanede temizlik işçilerinin çalışma koşulları ve idarecilerin işçilere davranış şekliyle ilgili sohbet ettik. Birgün'de yazan Bilge Seçkin Çetinkaya bunları yazacağını ve beni işten atan taşeron firmayı ve hastane idarecilerini deşifre edeceğini söyledi.

Akşam oldu. Direniş çadırında 35.gecem olacak. Direniş ilk başladığı geceki gibi benim için. Kazanacağımız konusunda hiç bir şüphem yok! Bu çadır benim ve diğer taşeronda çalışan işçilerin kurtuluşu olacak.

Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak
0530 777 68 79 

11 Ağustos 2010 Çarşamba

9 Ağustos 2010 Pazartesi

DİRENMEYE DEVAM EDİYORUM! 2010.08.09

Sabah 5.00'te çadırıma baskın oldu. Korkudan o saati seçmişler, kırk kişi iki kişiye baskına gelmişler.

Bizim karşı koymamıza rağmen bir kısmı dövizlere bir kısmı pankartlara bir kısmı da çadırıma saldırdılar. Arkadaşımla beni yerlerde sürüklediler. Termosumu almışlar, suyumu dökmüşler, özel eşyalarımı kitaplarımı defterlerimi hepsini aldılar gittiler.

Gündüz insan gece hayvan olanlar halka gerçek yüzlerini göstermemek için sabaha karşıyı seçiyorlar. İnsanların en zayıf olduğu saati yardıma gelecek insanlar için uykunun en tatlı saati araç yok uzaktan gelecek insanlar için bizim onlar gibi özel arabalarımız yok hemen ulaşabilecek.

İhtiyaçları olmalı eşyalarıma haramilerin... Suyumu neden döktünüz bu kadar mı hırs dolusunun hakkını isteyen bir işciye o su ne yaptı size, amacınız ne suyu dökmekte susuz kalayım diye mi?! 'sana biz su bile vermeyeceğiz'i mi gösterdiniz.

Hurdadan aldığım masayı da götürdünüz. Lazım mı? Halkın sırtından kazandığınızla alın masanızı "benim masam direnişcilerin" ben o masayı ne emeklerle koydum buraya, o gasp ettiğiniz masa yalnız benim değil, bu ülkenin tüm direnenlerinin. Getirin benim masamı, getirin çadırımı, cesaretiniz varsa gidin kaçak villaları yıkın sahili işgal eden masaları yıkın. Yok değil mi onları yıkmaya cesaretiniz? Yok, hırsızlar oldukça siz varsınız.

Ben çadırı yine kuracağım. Bin kere alsanız bin kere kurucam. Başhekimin kıyağı nedir size, ne aldınız, hala bekliyorsunuz

Pankartlarımı 2'de tekrar astım. Çadırımı kurdurtmuyolar. Saat 13.00'de pankartı sökmeye geldiler karşı durduk, durunca 1 Mayıs Mahallesinden Çocuğu polisler gözaltına aldılar.

Şu anda bekliyoruz çadır yerinde. Doluyor burası hem benim destekçilerim, hem de polis tarafından.

O çevik kuvvet de burda. Nasıl korkudur bu düzenin korkusu tek kişilik bir işci eylemi bile onları korkutuyor.

Bu gün dünü yazacaktım günlüğümü de aldılar. Dünkü günceyi de aldılar. Direniş çadırına gelen dostlarımın ziyaret defterime yazdığı yazıları imzalar aldılar gittiler.

Bilgesu Erenus gelmişti Pazar günü, bana getirdiği pikeyi de aldılar. Çok hoşuma gitmişti düşünmesi, pikeye ihtiyacım olduğunu Nuray Mert yazmış köşesinde beni bugün çok sevindirdi...

Saat 17.00, çevik kuvvet bekliyor, biz de bekliyoruz. Çadırımızı kurmak için. Ben burdayım, işe geri dönünceye kadar burdan ayrılmıyorum.

Yarın bu saldırıları kınamak ve halkı bilgilendirmek için saat 12.30'da basın açıklaması yapacağım. Bu haklı mücdeleye destek veren herkesi basın açıklamama çağırıyorum.

PAŞABAHÇEDEVLET HASTANESİ TEMİZLİK İŞÇİSİ
TÜRKAN ALBAYRAK
Tel: 0530 777 68 79

7 Ağustos 2010 Cumartesi

TÜRKAN ALBAYRAK'IN DİRENİŞİ DEVAM EDİYOR

Direnişin 27. Günü

27 gün, bu kadar zamandır burdayım inanamıyorum. Dirençli ve direnişçi olduğumu bilirdim bu kadarını ben bile tahmin edememiştim.

Daha çok 27 günler devirirm ben burda ÜZÜLÜN DÜŞMANLARIM.

Nasıl direnmem ben dünyanın dört bir yanından direnişimin destekcileri varken. Bu sabah telefonuma bakınca Rusyadan bir mesaj gördüm şöyle yazmış direnişimi destekleyen , "Güç haklılıktır, güç meşruluktur, güç eşit ve özgür bir yaşamı savunmaktır" bu mesajla ben sonsuza kadar direnirim.

Acilin bahçesinde benim direniş çadırım hastanenin bazı binaları deprem güçlendirme ve restorasyon için tamirde acile gelip giden hastaların dışında haftanın bir günü vinç ve harç makinası geliyor ve beton döküyor bu araçlar acilin önünü kapatıyor. Biraz önce ambulans harç makinasının çekilmesini bekledi. Bütün sağlıkçılar bilirler ki insan hayatı için 1 saniye bile önemlidir. Nasıl bir idaredir insan hayatı için 1 saniye bile önemlidir. Nasıl bir idaredir insan hayatını hiçe sayar bu idarenin içinde hekimler de var. Kapatmak isteyendiler hastahaneyi tamir sırasında zira döner sermayeleri gidecekti. Onlar için para olsun insanlar ölmüş, insanlar sakat kalmış, işçi işsiz kalmış ne önemi var. "Kar hırsı" önemli olan o. Daha çok para daha çok kâr. Ne doymaz karınları var bu Sabancılar'ın. Beton işine de el atmışlar. Saymakla, yazmakla bitmeyecek. Bu hastanedeki olumsuzluklar. Ben eminim Paşabahçe Hastanesi'nde şöyle bir tarih yazılacak; "Çadırdan Önce - Çadırdan Sonra".

4 Ağustos 2010
Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak



Direnişin 28. Günü

28 gün... Bu sabah elimdeki kitabı epey bir okurum diyerek başladım güne, pazartesinden bu yana pek fazla okuyamamıştım. Ama burası Türkiye, planladığın gibi olmuyor gün...

Saat 10.00, yanımda bir zabıta... Çadırı kaldırmaya gelmişler, ellerinde şikayet dilekçesi ile. "Kaldıramazsınız avukatımı arıyorum" dedim. Avukatım zabıtayla görüşmek istedi. Görüştüler zabıtayla, tek bir söz bile söyletmedi avukatım. Zabıta konuşmanın siniriyle "kaldıracağım" dedi. O anda çadırın önüne geçtim, "kaldırtmayacağım!" "gidin sahili işgal edenleri kaldırın, zenginleri kaldırın, hastane bahçesini işgal eden kafeteryayı kaldırın "dedim. "Biz Büyükşehir belediye başkanlığından geliyoruz, keser kaldırırız, çadırınız zarar görmesin" dediler. "Belediye başkanı buraya gelsin" dedim. Polis yaklaştı ellerinde emir olduğunu söyledi. Aynısını polise de söyledim. Avukatınız ne yapıyor diye sordu zabıta müdürü, arıyor "buraya geliyor" dedim. Avukatınızı bekliyoruz dediler.

Bu arada çadırın etrafı dolmaya başladı, her yerden insanlar gelmeye başladı. Gazeteciler, Paşabahçe'liler, Okmeydanı'ndan gençler, işçiler geldiler doldu çadırın etrafı. Biraz bekleyip önce zabıtalar sonra da polisler gitti. Avukatın geldi mi diye sormadılar.

Telefonlarım susmadı tüm gün. Dünyanın dört bir yanından direnişimi destekleyen telefonlar yağdı. Bunlar beni öyle motive ediyor ki 28 sene daha bu çadırda direnirim. Kazanıncaya kadar... Cumhuriyet gazetesi, Dicle Haber Ajansı, Birgün, Evrensel çadıra geldiler. Yarın haber yapacaklardır.

Çok şaşırtıcı olaylar da oluyor. Okmeydanı çocukları gelince benim kamera yön değiştirdi. Allah Allah ...

Karşımdaki kafeterya protesto ettiğim basın açıklamamda bizi kafeteryada oturtmayanlar bugün bize çay getirmek istediklerini söylediler. Bu, şu demek: dimdik durmak herkesi, her kurumu yola getirir. İncirköy camiinin karşısındaki balıkçı ve çay satan kafeterya direnişçi olduğum için çay parasını almadı. Sahiplenmek bunun adı. Doğru yapan sahiplenilir...

Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi
Türkan Albayrak
0530 777 68 79


***


5 Ağustos 2010
Direnişime Devam Ediyorum


Bugün sabah saat 10.15'te direnişteki Türkan Albayrak'ın çadırına gelen zabıta ve polisler çekildi.

Türkan Albayrak'a çadırı kaldıracaklarını, burada kalamayacağını söyleyen polisler, karşılarında direnişinde kararlı bir emekçi buldu. "Yıkamazsınız" diyerek kararlılıkla mücadelesini savunan direnişçi Albayrak "Çadırımdayım, durum sakin, direnişime devam ediyorum" dedi. (5 Ağustos 2010 / 13.50)



***

TÜRKAN ALBAYRAK'IN DİRENİŞ ÇADIRINA BASKIN!

Paşabahçe Devlet Hastanesi'nde çalışırken işten atılan ve 27 gündür hastane bahçesinde kurduğu çadırda direnen Türkan Albayrak'ın direniş çadırına bugün saat 10:15'te gelen polis ve zabıta ekipleri direniş çadırını kaldıracaklarını söylediler.

Halen hastane bahçesinde bekleyen polis ve zabıtaya karşı Türkan Albayrak, bu çadırın evi olduğunu söyleyerek çadırı kaldırmak istemeleri karşısında direneceğini belirtti ve tüm duyarlı kişi ve kurumları dayanışmaya çağırdı.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

İŞÇİYİZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ

Direnişin 26. Günü
2010.08.04
 
Direnişin 26. günü. Bugün de çadırda uyandım diğer sabahlardan bir farkı yok. İşe geri dönünce eve de geri döneceğim. Benim evim bahçeli evde yatamazsam bahçeye çadır kuracam gibi geliyor çadırda yatmak alışkanlık yapacak çünkü bu direniş epey uzun gözüküyor.

Bu sabah Bodrum'dan misafirim vardı. Kız kardeşimin eşi, akrabaları görmek mutlu ediyor. Sohbet ettik 12 Eylül'den bu güne işçi sınıfı nereye geldi, ülkede neler değişti bunları tartıştık. O umudunu kesmiş halktan. Anlayamıyorum geçmişte mücadele eden insanların mücadeleden kopmalarını, boşuna okumuşlar o koca koca kitapları, boşuna yatmışlar o zindanlarda, boşuna yürümüşler o meydanlardan.

Avrupa'dan telefonlar geliyor direnişimi destekleyen dostlardan anlatmak istediklerimi anlatamıyorum telefondan. Beni o kadar çok mutlu ediyor ki o telefonlar nasıl yüreklendiriyor, aşıp yolları onları kucaklamak istiyorum, elimde sihirli bir değnek olsa onları buraya getirmek istiyorum. Yüzlerini görmediğim ama yüreği aynı amaç için atan bütün insanlar duyar benim uzakta olan dostlarım için duyduğum duyguları.

Üyesi olduğum sendikanın (Sağlık-İş) yönetimine mualif işçiler beni ziyaret ettiler. Yönetimin anlayışını değiştirmekle ilgili uzun zamadır uğraştıklarını, yıllardır yönetimde hiçbir kişi değişikliği olmadığı zihniyetin işçi düşmanlığı olduğunu bu yönetim durdukça işçiler için birşey yapılmayacağını söylediler. Doğru. Kısacık 4 aylık üyeliğimde ben de aynı düşünceleri paylaşıyorum. İş yerindeki arkadaşlarım sendikadan kaçıyorlar, umutlarını yok etti sendika. Ne sevinçle üye olmuşlardı, her şey değişecekti sendikalı olunca, insan gibi yaşayacaklardı, onları savunan, haklarını alan bir yapı diye koştular üye olmaya ama yaptı yapacağını yine sendikacılar... Nasıl vicdanları var bunların, nasıl yatağa yatıca uyuyorlar, nasıl işçinin emeğini har vurup harman savuruyorlar, bizim emeğizle nasıl şaşa içinde yaşıyorlar. Birileri dur demeli bunlara yeter saltanatınız.

Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi Türkan Albayrak
tel: 0530 777 68 79
 

3 Ağustos 2010 Salı

                          3 AĞUSTOS 2010 tarihli EVRENSEL gazetesinde yayınlanan haber

PAŞABAHÇE DİRENİŞİ 24. GÜN

"Sen bizim öğretmenimizsin"

Direnişin 24. Günü

1 Ağustos 2010, Pazar. 24.gün, çadırda da yaşar insan, bunu anladım. Tekel işçilerinin nasıl başardığını düşünürdüm hep; Ankara'nın o ayazında 72 gün nasıl yaşıyorlar? Ne yapıyorlar, onları orada tutan güç nedir?; bu çadırı kururnca anladım. Haklı olmak onları ve beni ilkel koşullarda yaşamaya iten. Direnmekte kararlı olmak. Onlardan daha şanslı görüyorum kendimi, beni satacak sendikam yok. Onlardan şanssızım işçi arkadaslarım yok yanımda.

Banyo yapma günüm... koştura koştura Zeynep'e gidiyorum fazla oyalanmadan çadırıma dönmeliyim biran önce. Benim yokluğumda zarar veriyorlar çadırıma, eşime emanet ediyorum çadırımı. Su çok güzel... rahatlık, temizlik yeniden doğmak gibi. Ben gelmeden gelmiş misafirlerim İstanbul Üniversitesi Öğretim görevlisi Faik Başar ve öğretmen Özgan Yıldırım Başar. Fotoğraflarımı çektiler ve geçmişte iş yerimde olanlardan bahsettik, fotoğraf çekmesine engel olmak istedi güvenlik, karşı çıkışı çok iyiydi Faik beyin "benim burda fotoğraf çekmeme engel olamazsınız" deyişi yürekliliğini gösteriyordu. Bana "sen bizim öğretmenimizsin" diyerek gittiler iki güzel öğretmen.

Yasemin, Erdoğan Gönülkırmaz ellerinde fındık ve çok sevdiğim böğürtlenle geldiler İvme dergisini bıraktılar. Bu günkü misafirlerim öğretmen, öğretim görevlisi, mimar, mühendis, ne güzel. Tatil günlerini direniş çadırına ayırmaları beni mutlu ediyor. Erdoğan "kazanacağız" diyor giderken.

Bugün Zeki'den bahsetmek istiyorum. İş arkadaşım, sırdaşım Zeynep'in eşi; İlk ziyaretçim, ilk çayımı şekerimi, yemeğimi, çiçeğimi getiren. Her akşam beni yoklayan, "nöbete kalacak olan var mı" diye soran, "herhangi bir olay olursa beni ara" diyen çok kıymetli bir dost. İlk ilgisi nasılsa direniş çadırına, hala o sıcaklıkta devam ediyor. Bir bakmışsın elinde çiçek, bir bakmışsın elinde ekmek, sohbeti içten, dostluğu gönülden dupduru bir insan. Zeki dünyaya dupduru gözlerle bakıyor. İnsana hiç çıkarsız yaklaşır. "Dünyada tek dikili ağacı yok" o dostluğu çok sade sunuyor insan, yardıma ihtiyacı olan herkesin yanında, elinden geleni yapıyor, daha neler yapabilirim diye kafa yoruyor. Eşine ve çocuklarına güzel, kimseye muhtaç olmadan yaşayacak bir hayat sunmak için uğraşıyor. Onun doğruları yetersiz bu dünyada güzel bir yaşam kurmak için bunu o da anlayacak.

Gün bitmiyor her gün beni biraz daha yaklaştırıyor kazanmaya. Geçen günler umutsuzluğa değil umuda kapı açıyor. Ben burdayım benim haklı davama inananlar henüz ziyarete gelmeyenler sizleri davet ediyorum. Direniş çadırına benim gibi haksızlığa uğrayanlar sizleri davet ediyorum direnişe.

Paşabahçe Temizlik İşçisi Türkan Albayrak
Tel: 0530 777 68 79
Adres: paşabahçe devlet hastanesi önü
HAKSIZ YERE ISTEN ATILDIGIM IÇIN
DIRENIYORUM!


2005 yılında sendikal çalısmalar yaptıgım için Türk Telekom Basmüdürlügü
Gayrettepe'de is yapan Öncü A.S. tarafından isten atıldım.
Ise dönüs kararıyla 07 Ocak 2006 tarihinde Pasabahçe Devlet Hastanesi'nde
ise tekrar basladım.
Hastane'de 2010 Mart yasal hakkımız olan sendikal örgütlenmeyi
baslattık. Sendikal çalısmayla birlikte bizlere yönelik baskı tehditler de
basladı.
Sendikaya üye oldugumuzu ögrenen taseron sirket PIRAMIT LTD.
STI. bizleri sözlesme imzalatmaya zorlamaya basladı. Bu zorlamaya
Bashekimlik, Bashemsirelik, Müdürler ve ne yazık ki üye oldugumuz
Türk-Is'e baglı Saglık-Is Sendikası da katıldı.
Özellikle Bashekim Yardımcısı Yasar Çelik'e, bizlere yapılan baskı
tehditleri bildirmek istedigimizde bize "siz kimsiniz çöpçüler, temizlikçiler,
kapıya atsam sizi bir sürü issiz var, sizi isten atarım" dedi ve bizleri
kovdu. Biz de yasadıgımız sorunları yazarak Çalısma ve Bölge
Müdürlügü'ne dilekçeyle basvurduk. Ardından sürekli olarak isten atılma,
maaslarımızı yatırmama gibi birçok sekilde tehditlerle karsı karsıya
kaldık. Bu baskı ve tehditlerin en kötüsü ve onur kırıcı olanı da,
Bashemsire Yardımcısı Aylin Karamemisoglu'nun kadın isçilerle yaptıgı
toplantı oldu. Kadınları asagılayan, bütün kadın isçileri fuhus yapmakla
suçlayan bir konusma yaptı. Erkek isçilerle konusmamızı yasakladı.
Müdür yardımcıları Mehmet Can ve Halis Demir, 13 Nisan'dan bugüne
degin haftanın her Cuma günü bizi isten atmakla tehdit etti. Polikliniklerde
tüm çalısanların oldugu bir anda "seni Cuma günü isten atacagız"
diyerek tehditler savurdu. Isimle tehdit edildim.
Sendikamızın sube baskanı Ali Tepeci, önce "sözlesmeyi imzalamayın" deyip daha sonra Idare ve Taseron sirketle bir olup, toplantı düzenleyip
isçilerin içinde beni yönetime hedef gösterdi. Bana "sen kim
oluyorsun benim sendikamın isleyisiyle ilgili arastırma ve elestiri yapıyorsun,
bölücü, terörist" dedi. Sendikanın isçiyi satısıyla beraber baskılar
iyice arttı.
Aracın toplamaya zorlandıgı hurdaları insan gücüyle attırmaya, insanların
sinir krizleri geçirmesine neden oldular. Her seyimize karısılmaya,
çay içmemize, sigara içmemize, su içmemize hatta tuvalete gitmemize
karısmaya baslandı. Hastane çalısanlarını bile taseron isçilerinin
üzerine saldılar.
Gelinen son noktada ise "verilen isi yapmama" gerekçesiyle 25 Haziran
2010 tarihinde isten çıkartıldıgım ve 14 günlük is arama iznimin oldugunu
söylediler. Oysa gerçek bu degil. Isçisinden, memuruna, doktorundan,
hemsiresine kadar toplanan imzalarda onların yalanını ortaya
çıkarmaktadır.
Isçiler, kendileri isten çıkıp gitsin diye oradan oraya sürülüyor, hastane
dısında islere, farenin bile girmeyecegi yerlere temizlige, bel fıtıgından,
diz agrısından, sekeri olan hasta isçileri yük tasımaya, merdiven
dayayıp çıkılacak yerleri silmeye, asagılayıcı konusmalar yapmaya,
isçiyi birbirine düsürecek dedikodulara devam edilmekte. Tüm bunların
nedeni ise birlikte hareket etme, haklarımız için sendikaya üye olma
ve mücadele etmemizdir. Buna tahamül edilmedigi için de yukarıda
ifade ettigim sorunlarla karsı karsıya kalıyoruz. Amaç bizleri yıldırmak.
Haksız bir sekilde isten atıldım ve 9 Temmuz’dan itibaren hastane
bahçesinde direnmeye basladım. Hakkımı alana kadar da mücadeleme
devem edecegim.
 
ISÇIYIZ HAKLIYIZ KAZANACAGIZ!
PASABAHÇE DEVLET HASTANESI TEMIZLIK ISÇISI
TÜRKAN ALBAYRAK

 

Paşabahçe Devlet Hastanesi Direnişi 22. Günü

Birkaç gündür serin oluyor sabahları. Çorap giydim yaşlılıktan tabii ayaklar üşüyor, dizler ağrıyor... yıpranmış vücudumuz zor şartlarda çalışmaktan.

Avrupalı kadınların görünümü 60 yaşında benim ülkemin 35 yaşındaki kadınları gibi, dimdik yürürken, pırıl pırıldır yüzleri. Bizler kırkında başlarız iki büklüm yürümeye, altmışında evden çıkabilirsek sokağa baston vardır elimizde.

Erken büğür benim ülkemde kadınlar onbeşinde anne olur. Çocuk doğurur, vücudu tam gelişmemiştir. Yirmisine gelmeden başlar rahatsızlıkları. Hastanelerdir ikinci adresleri. Onbeşinde idare edecek kaynanasını, erkeğini, yemek yapacak, bebek bakacak. Ağzı olmayacak, ses çıkaramayacak, 'yoruldum' demeyecek. Yaşıtları olan erkekler oyun oynarken okula giderken, onlar dünyayı sırlarında taşır. Bir çoğu bir de gidip elin işinde çalışır. Köyde ise tarlada, şehirde ise ev işlerinde. Çöker elbette kırkında, hayrı yoktur artık, atarlar onu bir kenara. Avrupalı kadınlar da çok çalışıyorlar ama çalışma koşulları daha iyidir. Beslenmeleri daha iyidir. Dinlenmeleri gerektiğinde tatile çıkarlar. Kısacası bize göre insan gibi yaşarlar.

Direnmeliyim işçiler için, kadınlar için, çocuklar için. Benim ülkemin kadınları da altmışında dimdik yürüsün. Çocuklar oyunlarını oynasınlar işçiler işine keyifli gitsin diyerek...

Paşabahçe Devlet Hastanesi Direnişi 23. Günü

Direnişin 23. günü değişiklik yok, dördüncü cumartesi bugün. Her geçen gün biraz daha bağlıyor beni buraya, direniş sebebim düşmanlarımın kalkıp giderim beklentilerini boşa çıkaracak.

Direnişi bitirme çabaları iki hainin idarecilerle işbirliğiyle başladı. Çabalarını boşa çıkardım. Ben direnişe tek başıma başladım ve beni döndürecek güç de tanımıyorum. İşçilerle bağımı koparmak için idareciler şirinlik yapıyor. Başhekim işçilerle beraber kafeteryada çay içiyor, mucize bu benim işçi arkadaşlarım için. Daha düne kadar aynı yemekhaneyi paylaşamıyorlardı; temizlikçilerle aynı yemekhanede yemekten rahatsız oluyorlardı idareciler, doktorlar, hemşireler. Beş yıldır burdayım, bir mucize daha oldu bu kandilde, kandil simidi dağıtıldı temizlik işçilerine. İşçiler "ne oluyoruz ya" oldu. Bayram şekeri bile yememişizdir biz bu hastanede

Bugün gayri resmi bir ziyaretim vardı; müdür yardımcısı Nuh Terlemez. Söze şöyle başladı;
- Kolay gelsin... İşgaliye alacağız senden.
- İşe döndüğümde öderim, hem öğrendim, burası size ait değilmiş.
- Biz çıkardığımız işçiyi almıyoruz. 70 fazlamız var onları da çıkarmayı düşünüyoruz. Ama sonunda dönersin Piramit Şirketine, o da burda ihale alır mı belli değil. Kendin de rahatsız oluyorsun, bizi de rahatsız ediyorsun, boşuna, sonu yok.
- Rahatsız ediyor mu sizi? O zaman kapıya atmayacaktınız.
Bu konuşmadan sonra yüzündeki o alaycı küsümseyici gülüşle çekip gitti.

Doğru yoldayım, bu olanlar onu gösteriyor. Drenişin bu hastane çalışanlarının çalışma koşullarında çok değişiklik yapacak. Daha şimdiden işçi arkadaşlarım en alt sınıftan birinci sınıfa atladı. Kafeteryada çay içebilmelerinin kandil simidi yiyebilmelerinin sebebi buradaki çadırdır. En önemlisi başka işçi atmamalarının sebebide burdaki çadırdır. Bütün dünyanın çalışanları için burdayım, işime geri dönene kadar burdayım. Direniyorum, direneceğim.

Paşabahçe devlet hastanesi temizlik işçisi
Türkan Albayrak