27 Ağustos 2010 Cuma

TÜRKAN ALBAYRAK DİRENE DİREN KAZANACAK


DiRENiŞiN 48. GÜNÜ
      Bir değişiklik yok direnişe devam. Sabahların bir farkı yok. İşe gelenleri izliyorum. Dostların gözlerinde sevgi, düşmanlarınkinde kin. Uyanır uyanmaz sana kinli gözlerle bakanları bilir, bu yazıyı okuyanların çoğu. Sen de bakarsın öfkeyle. Elin kolun bağlıdır. Sana kalan direnç göstermektir.
      Biz bize geçirdiğimiz bir gün, bugün. Hapishaneye iki mektup yazıp gönderdim. Büyük keyif aldığım mektuplar onlar. Hem okumayı  hem de yazmayı sevdiğim...
      Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu'ndan Mesihe aradı, toplantıyı benim olduğum yerde yapmak istemişler. Yol sorunu nedeniyle gerçekleşememiş. Buradaki direnişe ne katkı sunabiliriz, sizin öneriniz nedir, diye sordu. Daha önce neler yapılabileceği ile ilgili konuşmuştuk Mesihe'yle. Toplu ziyaret, bildiri dağıtmak, sendikaları harekete geçirmek gibi konulardı bunlar.
      Nuray Mert'i ve Ece Temelkuran'ı aradım. Her hafta yapılan oturma eyleminden haberdar ettim. Önümüzdeki Çarşamba geleceklerini söylediler. Bu beni çok sevindirdi.
      Gün bitiyor. Herkes evine dönüyor. Kadınlar evde yapacakları işleri, yemeği planlıyor. Erkekler  izleyecekleri Avrupa Kupası  maçlarını. Bu akşam epeyce boş park, acil servis, direniş  çadırı. Maç olayı her şeyi etkileyebiliyor bu ülkede. Gelen hastalar bile azalabiliyor. Acaba erkekler şöyle mi diyor, hasta olan anne, baba, eş ve çocuklarına: Durun sabredin biraz, maç bitsin öyle götürecem sizi doktora. Sakın ölmeyin sabredin.
      Maç  akşamları için başka bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Maçların ne kadar önemli bir faktör olduğu hastane bahçesinden çok iyi gözlemleniyor.

                                       
DİRENİŞİN 47. GÜNÜ
              Direniş 47.günü beşte uyandım,üşümüşüm.Üstüme çok fazla ağırlık yapıyo diye fazla örtmüyorum ve üşüyorum,uykumu alamadım başım ağrıyor.Sabah yediğim peynir dokundu galiba miğdemde bulanıyor.Abur cubur yememeliyim miğde fesatına uğrayacağım.Ağzımın tadı yok çayı bile isteyerek içemiyorum.Hasta olmak beni bugünlerde çok korkutuyo.Direnişe zarar verir diye
Kendime iyi bakmaya çalışıyorum birde siğarayı bıraksam.

            Bugün çarşamba her hafta yapılacak olan oturma eyleminin günü Sabah saatlerinde gelmeye başladı polisler.Eylemcilerden önce doldurdular hastane bahçesini bizden fazlaydılar yine.Nedir onları korkutan geçen haftaki gibiydi eylem tepkiyi suskunlukla dövizlerle oturarak gösterdik.
Sessiz olması eylemin hastane koşullarına saygıdan.;Aynı saygıyı emniyet göstermiyor.Kalabalığını
yığarak hasta ve hasta yakınlarını tedirgin ediyor.Bizleri halka saldıracak insanlar olarak göstermeye çalışıyorlar (benim düşüncem bu)

              Sürekli mesajlar geliyor ama bugünkü değişik ilk defa bir spor klübünün taraftarları mesaj gönderiyor.Buca sporlu taraftarlar

              Aliağadan aradılar oradaki belediye taşeron işçileride başlıyacakmış direnişe,bana başarılar dilediler bende onlara başarılar diliyorum.


              Hayat tv ekmek ve gül programı için röportaja gelmişti.Sürekli geliyorlar hayat tv ve evrensel.Direnişin başlangıcından buyana haberleriyle destek veriyolar direnişe

              Direnişte bugünüde bitirdik.Her geçen gün birazdaha kök salmak oluyor.Her geçen gün beni zafer için umutlandırıyor.Her geçen gün benim ve işçilerin haklı talepleri için zafer oluyor.


DİRENİŞİN 46. GÜNÜ
Bu sabah da sakin bir gün. Sabahları serin İstanbul. Artık böyle olur; gündüz sıcak, gece serin. Sonbahar geliyor yavaş yavaş.
Sabah ilk ziyaretçim, yeni tayini çıkmış bir matematik öğretmeniydi. Sultanbeyli'den gelmiş. Kendi istemiş tayinini. Oranın gericiliğinden kaçmış, burası çok ilerici gibi. Erzurumlu. Biraz memleketinden, biraz ülkemizden, olması gerekenlerden konuştuk. Sabah yedide gelmesi ilginçti. Meğer arabasını satılığa çıkarmış. Üzerine yazı yazıp müşteri çıksın diye hastane bahçesine koymuş. O yüzden erken gelmiş.
Öğlene doğru eşim geldi. Arkadaşlar da geldiler. Çadırın etrafı kalabalıklaşınca banyo yapmamaya gittim. Banyo yapmak bile merasim benim için. Banyo için bir kilometre yürüyorum. Nihayet, banyoya ulaşıyorum. Tuvalette öyle bir sorun yok ama banyoya epey bir adım var. Bir daha adımlarımı sayacağım; kaç adımda gidiyorum. “Sen de çok şey istiyorsun. Tekel işçilerinin senin kadar lüksü yoktu.” diyebilirsiniz. Ama herkes yaşadığını bilir. Banyodan dönünceye kadar kirleniyorum zaten.
Biraz daha kalırsam su bağlatıp banyo-tuvalet yaparım bak. Belediye; elinizi çabuk tutun, benim işe geri dönmemde yardımcı olun. Elektriği de düşünüyorum almayı. Belki hastahane bahçesine kat çıkarım, hazır inşaatta var burda. İşe geri dönünce Sarıyer'e gidip gelmekten kurtulurum.
Elektrik şart. Buzdolabı lazım, aydınlatma, serin oluyor, ısıtıcı... ben hemen başlatayım bu elektrik bağlama işini. İş yoksa, devletin başka nimetlerinden yararlanmak lazım(!)
Akşam olunca, bizim masada, bilgisayar, satranç, kitap, gazete hepsi mevcut. Halkımız diyecek ki; “Bu adamlar kitap okuyor, satranç oynuyor. Boyasız basını okuyor. Yemek yapıyorlar. Çay demliyorlar. Ülkenin gündemini çok değişik anlatıyorlar. Birlikte gülüp, birlikte ağlıyorlar. Karşılıksız yardım ediyorlar. Herkesin yardımına koşuyorlar...” Biz burada örnek insanı gösteriyoruz. Çıkarsız birliktelik nasıl olur, onu öğretiyoruz.
Paşabahçe, fabrikalardan sonra bir canlılık yaşıyor. Küçük çapta da olsa, çok şeyler öğretecek bu direniş çadırı. Önce direnmeyi. Sonrası gelir...

Hiç yorum yok: