31 Ağustos 2010 Salı

50-51 gün direniş sürüyor

  DİRENİŞİN 51. GÜNÜ


       Pazar günü, sabahları benim ve ailemin birlikte kahvaltı yaptığımız gün. Biraya Pazar sabahları gelirdik, artık o da yok. Düzce’den annem arıyor; kızım seni çok özledim, diyor. Anne gel, diyorum. Nasıl geleyim kızım, diyor. Yalnız gelemem, otobüsle gelemem, param yok, param olsun hemen geleceğim, diyor.

       Gün boyu tek tek ziyaretçiler geldi. Ziyaretçiler, incir, bal, peynir, tavuk, çay, şeker getirdiler. Gelen misafirlerin neler getirdiğini yazmak ayıp olur mu bilmiyorum. Yazmak istiyorum. Burda yapılacak çok şey yok. Kitap – gazete okursun ve yemek yersin. Başka yapacak bir şey yok.

       Oğlum da geldi. Buradaki gençlerle denize gitti. Gelirken motorda, poşetini unutmuş. Havlusu, şortu, terliği olan poşeti gidip aldılar. Benim oğlan, kendini unutacak birgün korkarım. Bu çocuk artık, Yeniköy – Beykoz arası, motorla akşama kadar gider gelir. Adamın biri, arabasını unutmuş vapurda, benim oğlumun yaptığı devede kulak.

       Akşam oldu artık. Hava bozuk. Yağmur yağabilir. Yağmur yağması korkutuyor beni. Islanınca eve gidip kurulanamıyorsun. Yağmurun altında tüm ihtiyaçlarını gideriyorsun. Tuvalete giderken, şemsiyeyle gitmek nasıl bir şey, sen bilmezsin Başhekim. Bizim senin gibi makam arabamız yok. Ayağımız yere değiyor. Emek vermeden, önümüze yemek, çay, su gelmiyor. Küçük dağları ben yarattım edasıyla, bir eli cebinde, çalışanları gözü görmeyen, başbakan tavırlı Başhekimim…




    DİRENİŞİN 50. GÜNÜ


    Nasıl geçti 50 gün! Günler geçiyor, idare hala beni görmüyor. Ondan bağımsız oturan biriyim. Oturup oturup gidecek, daha ne kadar dayanır, hesabı yapıyorlar. Kış gelince gidermişim. Direnişin yazı  kışı mı var. Ben buradayım, siz gidersiniz ben gitmem bilesin Başhekim.


    Cumartesi ilk ziyaretçilerim Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube Ümraniye Temsilciliği. Ziyaretçi defterime şöyle yazmış Zeynel A. Çelebi: “ Konfuçyıs’un bir lafı vardır: Bin kilometrelik yolu bitirmenin ilk şartı ilk birinci adımı atmaktır. Adım attıkça umutlanıyor insan. Doğru bir söz bu. Bir şeylerin değişmesi için cılız da görünse tepkilerimizi göstermeliyiz.”


    Makine Mühendisleriyle birlikte Faik Başaran hocam da eşiyle birlikte dördüncü  kez geldi. Benim eşimle ve Ece Temelkuran’la çektiği resimlerimi büyütüp getirecek gelecek sefer geldiğinde.


    M. Mühendisleriyle Ali Öz de geldi. Onun da ikinci kez gelişi. Öğrencileri sürekli geliyor.


    Saat 15.00’de, Alevi Bektaşi Federasyonu Şubeleri, Kangal Dernekleri Federasyonu, Sivas Dayanışma Derneği, Divriği Kültür Derneği, Koçgiri Platformu, Habipler Cemevi, Karabel Yöresi Köy Dernekleri Federasyonu başkanları, üyeleriyle birlikte basın açıklaması yaptı. Gür sesleriyle megafona hiç gerek yoktu. ABF yönetim kurulu üyesi Mustafa Can’nın sesi duraktan duyuluyormuş. O nasıl bir sesti, diye soran arkadaşlarıma, yüzyıllardır onlar bu düzene seslerini duyurmaya çalışıyorlar, asılıyorlar, yakılıyorlar, sürülüyorlar, yok sayılıyorlar. O yüzden sesleri gür çıkıyor, dedim.


    Bu gün ilk basın açıklamamdan bu yana benim yanımda olan hastane doktorlarımızdan Bora İnce ve Ümit Akgün nöbetçiydi. Gün boyu fırsat buldukça yanıma uğradılar. Dr. Boranın eşi Seher ve kızı Su da geldi. 


    Akşam oluyor, yemek hazırlığı yapılıyor. Ülker, ilk defa yemek yapacak. İlk yemeğini bize yapıyor. Yemekleri çık güzel olmuş. Yaz türlüsü ve bulgur pilavı yapmış. Ellerine sağlık Ülker. Yemek yapmaya devam et. Biz beğendik yemeklerini. 


    Direnişin 50. günü böyle geçti. Kalabalık ve keyifli bir direniş günü. Gerçi benim bütün direniş günlerim keyifli. Saldırı olduğu gün bile öyleydi. Direnmenin keyfi başka. Kendini direnirken güçlü ve umutlu hissediyorsun.

Hiç yorum yok: